Dans, insanın yeryüzündeki yaşamı kadar eskidir. Dansın sanat olarak ortaya çıkışı ise, Rönesans döneminde gerçekleşmiştir.
20. yüzyıl sınıfsal farklılıkların giderek ortadan kalktığı bir çağ olmuş ve 1920’lerden sonra ortaya çıkan müzik ve dans akımları, gramafon, radyo ve sinema gibi iletişim araçlarının icadı ile yaygınlaşmıştır. Böylelikle vals, tango, fokstrot, swing vb. pek çok müzik ve dans türü, uluslararası kimlik kazanmıştır.
1905-1914 yılları arasında en popüler salon dansları mazurka, kadril ve polkadır. 1908 yılından itibaren tango hızlı bir gelişme göstermiş ve 1917 yılında fokstrot ile birlikte Avrupa üzerinden dünyaya yayılmıştır. 1924 yılında Josephine Baker’in öncülüğünü yaptığı çarliston, savaşın acılarını unutmak isteyen dünya halkının gözdesi olmuştur. Dans tutkusu, 1920’li yılların başlarında tüm dünyada yaygınlaşan dans yarışmaları ile ivme kazanmıştır.
1940’larda, swing ve ardından bogie-bogie moda danslar olarak gündeme gelmiştir. Latin Amerika rüzgarı, 1950’lerin başında cha cha, samba, mambo gibi hareketli danslarla egemen olmuş, ancak kısa sürede tahtını rock’n roll’e devretmiştir. Şüphesiz 1950 ve 60’lı yılların tartışmasız dansı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın yeni hakimi olan Amerika’nın, yaşam ve eğlence kavramının bir özeti olan rock’n roll olmuştur.
1970’li yıllar ve sonrasında, çiftlerin birbirine sımsıkı sarıldığı dans türlerinin yerini, giderek akrobatik figürlerin öne çıktığı ve çiftlerin karşı karşıya geçip, hızlı bir ritmde dansettikleri danslar almıştır.
Son yıllarda, dansın bir spor dalı olarak kabülüne yönelik çalışmalar hız kazanmıştır. 8 Eylül 1997 tarihinde, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (International Olympic Committee-IOC) Uluslararası Dans Sporu Federasyonunu tam üyeliğe kabul ettiğini açıklamıştır. Uluslararası Olimpiyat Komitesine tam üyelik, yasal olarak dansın bir spor dalı olarak kabulü anlamındadır.